Pazartesi, Ocak 15, 2007

baboş

- "baboş nasılsın?"

- "iyiyim" diyorum.. "sen nasılsın?"..

- "iyiyim" diyor.. ama sanki tek bi hece gibi bi seferde çıkıyor ağzından.. sonra gün boyu olanları anlatıyor heyecanlı heyecanlı.. ara ara durup yanıt vermemi bekliyor.. anlamasam da hepsini dinliyorum.. bi kulağın duyabileceği en güzel sesi..

Pazartesi, Haziran 05, 2006

Kibrit

yolda bulduğun bi sigara izmaritini alıp içindeki süngeri çıkarıyorsun.. bu çıkardığın süngeri ayakkabının tabanının topuk tarafının yanına koyup yakıyorsun.. topuk tarafı daha geniş olduğundan oraya koyuyorsun.. tam alevli yanarken kibrit kutusunun yan tarafı ile bastırınca üstüne, artık ayakkabında kibrit kutusunun yan tarafındaki kahverengi kibrit yakacak kısma sahip oluyorsun.. kırmızı uçlu swan kibritlerinden yoksa elinde ayakkabında olacak bu dediğim.. sanki ormanda yaşıyoruz da sık sık ateş yakmamız lazım..

ama biz milletçe severiz ateşle oynamayı.. en iyi mangalı biz yakar, bi ateşin başında elimize çubuk alıp oynamadan beş dakkadan fazla duramayız.. bunca ocakbaşı müşteriyi bu noktadan yakalıyor..

mevsim yaz askeriyenin içinde kalan meyva bahçesine daldık, ordan dönüyoruz.. amcaoğlu, ben, bi de bizim mahalleden erdem aşıklar tepesini de aşınca bizim mahalleye geleceğiz.. bizim o tepede yaşadığımız tek aşk uçurtma aşkı o zamanlar.. zate gençliğime gelmeden bi ilkokul, bi kız meslek lisesi yaptılar tepeye.. tapu ve kadastro binasının ordan bahsediyorum.. hah hakimevinin yanı işte.. polisevinin karşısı.. bizim sokak da tepeye doğru uzuyor, yeni yeni binalar yapıyorlar oraya doğru..

dedim ya mevsim yaz.. tepenin otları kurumuş.. hadi! diyoruz.. ot yakalım.. hadi!

çakıyoruz kibriti.. hemen tutuşuyor kuru otlar.. söndüreceğiz ama dairenin çapının biraz büyümesini bekliyoruz.. ki hem şöyle bakınca kararan yer belli olsun.. hem de büyük ateşi söndürmek daha zevkli.. ikindi rüzgarı da bizimle aynı fikirde tepeden mahalleye doğru estikçe kararıyor otlar ne güzel.. başlıyoruz bi başından söndürmeye.. ama ateş bizden hızlı.. tepiniyoruz sönsün diye.. bi süre sonra bacaklarımız kızarmaya başlıyor.. çıkarıyorum omzumdaki çift namlulu plastik tüfeği, onun plastik kabzasıyla vuruyorum uzaktan uzaktan.. erdem başlıyor ağlamaya söndüremeyeceğiz diye.. biz de pek eğlenmiyoruz artık.. alevler inşaatın kalaslarına doğru gidiyor.. yüzümüz gözümüz is içinde uzaktan izliyoruz..

kaçalım!

mahalleye bi iki bina kalana kadar koşuyoruz.. mahallede anlaşılmasın diye tekrar yürümeye başlıyoruz.. o kadar korkuyoruz ki mahallede duramıyoruz yürümeye devam edip yokuşu çıkıyoruz..

Gazoz Kapağı

o gün kötü bi günümüz olmalıydı.. amcaoğlu ve ben elimizde avucumuzda ne varsa kaybetmiştik.. gazoz kapağı toplamamız lazımdı.. Dikmen'de "Dört Mevsim" parkının içinde büyük bi restoran vardı.. amcaoğlu ve ben oranın çöplüğüne gittik.. yaklaşık dört saatte bi çuval (burada çokluk mecazında değil bizzat çuvalla) gazoz kapağı topladık..

Ufacığız, dönüşümlü taşıyoruz çuvalı.. rotasyonlu eşek haller.. mahalleye dönüp paranın parayı çekmesi gibi bütün kapakları ütme hayallerindeyiz..

Yol kenarında müstakil bi evin bahçesinden alamıyoruz gözlerimizi.. biz ufağız ama boyu bizden azcık uzun elma ağaçları.. oyyy oyyy oyyyy ekşi olduklarını ağzımızdan akan suda hissettiğimiz yeşil elmalar.. bahçe duvarının dışında bırakıp çuvalı atladık içeriye.. birer tane cebimize bi tanede elimizde ilk ısırıkları açılmış..

Laayyyyynnnnnnnnn sesinin geldiği yönden -bahçenin sahibinin oğlu olmalı- koşan bi çocuk.. çocuk dediğime bakmayın ikimizi toplasak etmeyiz ondan bi tane..

Hemen duvarın öbür tarafına atladık.. amcaoğlu koşuyor önden.. aldım çuvalı omzuma.. koşuyoruz.. ben en azından koştuğumu sanıyorum.. Tosuncuk aradaki farkı kapatıyor.. kapaklar ağır.. dört saatte topladık çöpün içinden ama..

bırakamıyorum.. ayak sesleri yaklaşıyor.. parmaklarımı gevşetiyorum..

uçuyorum şimdi.. doping testleri negatif..

Futbol Topu

Amcaoğlu; benden iki yaş büyük.. kardeş gibi büyüdük.. benlerimize kadar benzeriz de.. ?itin akılsızını yol kocatır? atasözündeki itleriz o zamanlar.. öğlene kadar bizim mahallede, öğleden sonra onların mahalledeyiz.. aradaki yol da az değil, yürüyerek yarım saat.. yürümekten başka alternatifimiz yok değil.. koşuyoruz bazen.. aklımız hep öbür mahallede.. orada ne oynanıyor acaba şimdi?..

Amcam rahmetli, amcaoğluna futbol topu almış bi akşam.. ben de oradayım.. futbol topu yahu.. plastik falan değil.. elimizden bırakmıyoruz.. sanki ayakla oynanmıyor.. gece amcamlarda kaldım tabi.. sabah kahvaltıyı nasıl yaptığımız bilmeden amcaoğlunun koltuğunun altında top, fırladık kızıl toprağa.. kızıl toprakta bizi maçlara almazlar.. orası büyüklerin top alanı.. biz mahalledeki toprak yolda arabalar geçerken dura dura, plastik topla oynuyoruz futbolu.. gerçi beni o maçlara da zor alırlardı ufak tefekliğim yüzünden..

Top amcaoğlunun koltuğunun altında.. top bizim, takımı da biz alıyoruz.. amcaoğlu attı kolunu omzuma, ben ondanım.. rakip aldı bi adam.. seçilen adamlar dizildi yan yana maça başlayacağız.. seçilemeyenler biraz kırgın, yedek olarak bekleyecekler.. top da o zamana kadar yere değmiş değil.. santradayız, amcaoğlu hava atışıyla başlatacak maçı.. bıraktı topu, savurdu tekmesini, dikti topu havaya.. bu kadar mı yamuk vurulur?.. top gitti yandaki bahçenin çitlerinin üzerine düştü.. koştuk topu almaya.. fsssssss diye bi ses geliyor toptan.. patlamış top.. sen misin patlayan.. yardık topu ortadan ikiye.. taktık kafamıza yarıları, attık kolları omuzlara, döndük mahalleye..

Salı, Mayıs 23, 2006

Bezgin

Gazaltı kaynağı için PQR yapılması lazımdı ve ben İsa'yı Yamama'dan Hofuf'a götürdüm ve bir ben daha bugünkü ilk uzun mesafe şoförlüğümün yorgunluğunu üzerimden atamadan Jubail'deki GAYD'a doğru yola çıktım.. (cümlesinde anlamadığınız kelimeleri bi kenara not edin ilgilenenlere açıklayacağım) ve çaresiz bir ben daha uyukladığımı fark ettiğimde 140 km uzakta olduğunu bildiğim benzin istasyonunda yüzümü yıkayıp ayılacağımın ve hatta olmazsa arabanın içinde kısa bi müddet kestirebileceğimin hayallerini kurarak ulaştım ara hedefime.. tuzlu saçların eriyor dudaklarımda (cümle aralarında başladığım italik şarkının devamını da getireyim istedim konudan bağımsız)

Arabanın içinde sabah seferinden kalma kaynar sular ile yüzümü yıkamanın ardından soğuk suları almak üzere markete giderken fark ettim kasetçiyi de.. "hiç Türkçe kasedin var mı?" dedim.. aslında böyle demek isterdim ama.. selamün aleyküm, aleyküm selamın ardından.. hiç İngilizce bilmeyen dükkan sahibine "Türki kaset fi??" dedim.. önce "mafi" dedi.. sonra Arapça bi şeyler mırıldanarak tezgahın arka taraflarından bi kaset çıkarıp teybe taktı ki.. herkese bi albüm yapalım kıvamında ondan bundan popüler şarkıları kimin söylediği, kimin çaldığı belirsiz bi potpuri kaseti çıktı.. ama hikaye bu değil..

ben de dinleyebildiğim batı enstrümanları eşliğinde albüm hazırlayan ve Lübnan'lı olduğundan şüphelendiğim Ellisa isimli şarkıcı bayanın albümünü aldım çaresizlikten.. uyumamalıydım.. o esnada yukarda görme mesafesinin sonuna yakın bi yerlerde yer alan rafta yabancı albümler gördüm ve Craig David'in "Best of" albümünü de aldım.. işte o sıranın sonuna yakın bi yerlerde gördüm..



Bezgin isimli İlhan İrem albümünün orijinal, ve belki de çıktığı 1981 yılından bu yana o rafta duran kasedini..

İstedim adamdan el işaretleriyle.. aldım.. TürküOla'yı bilenler bilir.. o kadar eski yani.. kasetin kahverengi bandına teybin kafası bastırdığında destek olan küçük süngeri tutan sarı metal paslanmış.. Sevmem ben İlhan İrem, almadım da bıraktım orda rafta.. biri daha görsün diye.. yıllarca bi rafta kalmak ne demek diye birileri daha düşünsün diye..

Sevmem falan ama, konu mankenliği güzelmiş kendisinin.. Ne kadar da bezgin durmuş albüm kapağında..